Kadınların yaşadığı zorluklar karşısında tutundukları bir dal, “Kadın beyanı esastır” kabulü. Bu cümleyi hiç duymadığımız bir Türkiye, mevcut durumda maalesef bir hayal. Aksine o kadar çok duyuyoruz, o kadar sık telaffuz edilmek zorunda kalınıyor ki çok tekrar bir süre sonra meselenin özünün unutulmasına ya da hatırlanmak istenmemesine yol açıyor. Oysa mesele çok ciddi. Yaş, sektör, mahalle fark etmeksizin kadınlar baskıya, şiddete, tacize maruz kalıyorlar. Toplumun “erkek egemen” bir temel üzerine inşa edilmiş algıları yüzünden de çoğu zaman seslerini çıkaramıyorlar. İçlerine atıyorlar, bunun psikolojik ve fizyolojik etkilerini bir ömür üzerlerinden atamıyorlar. Dedik ya mesele çok ciddi, bir insanın hayatı kadar hatta. Bu yüzden seslerini çıkarmalarını sağlamak esastır; bu yüzden kadının beyanı esastır.
Şunu peşinen söyleyelim, “Kadını beyanı esastır” demek, “Yargı, kadın ne söylerse o şekilde karar alır” demek asla değildir. Azıcık akıldan ve bilimden nasiplenmiş herkes böylesine bir davranışın yargının bağımsızlığına ve adalet sistemine aykırı olduğunu bilir. Buradaki mesele şudur: Cinsel suçlar, kanıtlanmasının ve delil toplanmasının kısıtlı olduğu suçlardır. Bu durumlarda, kadının beyanını esas tutarak kovuşturma aşamasına geçilmesiyle birlikte öne sürülen beyan, delil niteliğinde ele alınır. Tekrar edelim, delil niteliğinde ele alınır. Sanılanın aksine kadın ne diyorsa yargı için kadının dediği doğrudur gibi bir tutum yoktur, olamaz da.
İşin sosyolojik boyutu o kadar can sıkıcı ki… Kadınların yaşadıkları cinsel istismarı açıkça dile getirmesi ve ifşalamasının sosyolojik bağlamda kolay olmadığını biliyoruz. Çünkü toplumsal bakış açısı, maruz kalanın önüne büyük duvarlar örüyor. Bu duvarları ören anlayış; toplumsal cinsiyet eşitsizliği dolayısıyla namus kavramının kadınlar üzerinden tartışılmasından ve bu konuyla paralel gelişen durumların kadınlar üzerinden yaptırıma tabi tutulmasından besleniyor elbette. İşte, “Kadının beyanı esastır” ilkesi de burada devreye giriyor. Kadının karşısına çıkan tüm zorları, biraz olsun kolay kılmasına vesile oluyor.
Masumiyet karinesine aykırı mı?
Masumiyet karinesini, suçu kesinleşene kadar herkesin masum olması şeklinde açıklıyoruz. O yüzden kimseye peşin peşin “suçlu” etiketi yapıştırılmaz. Hukuk böyle işlemez. Nasıl mı işler? Şöyle: Kişi; kovuşturma aşamasında “şüpheli”, yargılama aşamasında “sanık”, cezayı aldıktan sonra ise “suçlu”dur. Aynı durum cinsel istismar davaları için de geçerlidir. Dolayısıyla kadının beyanı esastır ilkesi masumiyet karinesine aykırı değildir.
Gelelim gerçeklere / Part 1
“Kadınlar ne derse o oluyor” şeklindeki “bıyıklı” zihniyeti gerçeklerle buluşturalım. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun temmuz 2025 verilerine göre;
-İstanbul’da 16 yaşındaki kız çocuğuna yönelik istismar suçuyla yargılanan Fatih P. ve Sait A. hakkında mahkeme, “çocuğun yaşını bilmedikleri” ve “çocuğun büyük göründüğü” bahanesiyle beraat kararı verdi.
-Şırnak’ta 50 yaşındaki Ramazan Barkın’ın çalıştığı kömür ocağında 13 yaşındaki çocuğu istismar ettiği ortaya çıktı. Olay yerinden kaçan failin hala bulunamadığı ve çocuğun devlet korumasına alındığı öğrenildi.
-İstanbul’da bir kurs merkezi sahibi Mehmet Deniz Önal’ın evine yapılan baskında ele geçirilen yazışmalar ve 100’den fazla video kaydı ile kız çocuklarını istismara maruz bıraktığı ortaya çıktı. Fail çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklandı.
Üç olay; bir beraat, bir kaçak, bir de tutuklama… Ne derlerse o oluyor muymuş?
Gelelim gerçeklere / Part 2
2025 yılının ilk altı ayında erkekler tarafından öldürülen kadın sayısı 136. 145 kadın da “şüpheli” şekilde ölü bulundu.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılan 2021 yılından itibaren;
-2021’in ilk altı ayında 131,
-2022’nin ilk altı ayında 164,
-2023’ün ilk altı ayında 147,
-2024’ün ilk altı ayında 205 kadın öldürüldü.
“Aile yılı” olarak ilan edilen 2025 yılında, öldürülen 136 kadının 96’sı, aile üyesi bir erkek tarafından öldürüldü.
Kadınlar cinsel tacize maruz kalıyor, kadınlar öldürülüyor. “Esas” tartışmaları bitmeli ve “esas” bu meseleye odaklanılmalıdır.