Bu siteyi kullanarak Gizlilik Politikası'nı ve Kullanım Şartları'nı kabul etmiş olursunuz.
Kabul Et
Mesele
  • 🔥 Trendler:
  • Toplum
  • Haber
  • Ekosistem
  • İklim
  • iklim krizi
Mail Bülten Kayıt
  • Anasayfa
  • İklim
  • Ekosistem
  • Enerji
  • Toplum
  • Teknoloji
  • Ekonomi Politik
Reading: “Suyun altı farklı bir gezegen gibi”
MeseleMesele
Font ResizerAa
  • Ekosistem
  • Enerji
  • Ekonomi Politik
  • Teknoloji
  • İklim
  • İletişim
Arama yapın
  • Anasayfa
  • İklim
  • Ekosistem
  • Enerji
  • Toplum
  • Teknoloji
  • Ekonomi Politik

Okunması Gerekenler

Nvidia: Piyasa değeri 5 trilyon doları aşan dünyanın ilk firması 

İnsan ömrü 150 yıl olabilir mi?

Çevre aktivisti, bilim insanı, şempanzelerin annesi Jane Goodall hayatını kaybetti

“Kadınlar, iklim konusunda daha fazla kaygılanıyor”

“Yapay zekâ ile ders çalışmak” aramaları %170 arttı

Follow US
  • Araştırma
  • Haber
  • Röportaj
© 2025 Mesele - Gezegene dair hikâyeler.
Ekosistem

“Suyun altı farklı bir gezegen gibi”

Mesele
Yazar Mesele
02/07/2025
24 Dakika Okuma
flipboard
Flipboard
Google News

8 Haziran Dünya Okyanus Günü’nde suyun altındaki ekosisteme dahil olmayı hem fiziki hem hissi hem de zihni olarak başarmış iki insanla sohbet etmek üzere yola çıktık. Yol bizi Yasemin Altıntaş ve Murat Öz’e götürdü. Suyun altında olmayı “Farklı bir gezegene gitmek gibi” tanımlayan ikili ile yaptığımız görüşmenin ana konusu, son yüzüşlerinde yaşadıkları köpek balığı saldırısı değildi. Yekten söyleyelim, bir daha elbette suya girecekler, hatta o anın gelmesini iple çekiyorlar. Çünkü onlar, okyanuslar ve denizlerle ilgili esas meselenin çok daha büyük olduğunu biliyorlar. Denize atılan her bir çöp bu büyük meselenin bir parçası mesela. Evet evet, tam anlamıyla öyle.

Bu içerikte neler var?
“Okyanusun ortasındayız ve güneşin doğuşuna şahit oluyoruz…”“Ben karanlığı sizin gördüğünüz gibi görmüyorum”“Etrafımız, denizi seven ve ona güvenen insanlarla sarılı”“Evet, karşına çıkabilir ama 21 kilometre yüzmeyi başarırsan”“Altı aydır müsilaj geliyor diye bağırıyoruz”“Deniz korkusunu yok etmemiz gerek”“İlk iş, sanayi atıklarının denize dökülmesini engellerim”“Sörf bizde çok başarılı olabilecek bir spor ama…”“Dünyadaki 400 kişiden ikisi biziz”“Tüm hedeflerimiz denizden keyif almak üzerine”“Firmalar bize takipçi sayımızı soruyor”

Yasemin Altıntaş ve Murat Öz ile yaptığımız “Asıl mesele(ler)” temalı sohbetimize davetlisiniz. Okumanız bizi fazlasıyla mutlu edecektir. Üstelik sadece bizi de değil, köpek balıklarını da…

Suyun altında muhteşem bir ekosistem var. Siz uzun mesafe yüzdüğünüzde bu ekosistemin içerisine dahil oluyorsunuz. O zamanlarda yaşadığınız hissiyatını nasıl anlatabilirsiniz?

Murat Öz:
Biz senenin 360 gününü suda geçiriyoruz; bunun çok büyük bir bölümü denizde gerçekleşiyor. Türkiye’nin her tarafında denize giriyoruz. Şansımız olduğunda da yurt dışındaki parkurlara gidiyoruz. Biz bu sporu çok seviyoruz ve bu sevgi, kendi profesyonel mesleklerimizin dışında, yüzmeye çok fazla vakit ayırmamızı ve onunla ilgili daha çok hedef koymamızı sağlıyor. Yüzme ile ilgili attığımız her adımdan çok keyif alarak yapıyoruz. En son gittiğimiz parkur Hawaii parkuruydu. Ben ondan önce de Yeni Zelanda’ya gitmiştim. O kadar bakir ve güzel yerler ki… Bir insanın bunları mutlaka deneyimlemesi lazım diye düşünüyorum ben. Biz mesela gece karanlığında da yüzüyoruz. Normalde hemen herkese korkutucu gelir değil mi? Ama gece karanlığında yüzerken suya ay ışığı vurduğu için bambaşka bir görsel şölen sizi bekliyor olur. Ay ışığının vuruşu, bütün silüetin gözükmesi, partneriniz her kol attığında oluşan yakamoz ışıltısı, bazen altımızdan yunusların geçmesi vs. Tüm bunlar, bu sonsuz döngü insanı büyülüyor. Bunlar baktığınızda ortalama 15 saatlik parkurlar. Hani insan kendine aslında çok acı çektiriyor ama onun büyüsü çok başka bir hissiyat oluşturuyor. Bir daha yapmak için can atıyorsunuz.

Yasemin Altıntaş: Ben aynı zamanda çok uzun yıllardır dalıyorum. Sudaki hissiyatımı şöyle anlatabilirim: Uzaya gitmek nasıldır bilmiyorum elbette ama suyun altında vakit geçirmek bana, farklı bir gezegene gidiyormuşum hissi veriyor. Yüzüş esnasında çok konuşma şansımız olmuyor ama bittikten sonra “Şunu gördün mü, aaa burada bu vardı, sence o neydi?” sorularıyla belirli kritikler yapıyoruz. Cevap bulamadığımız yerlerde kaynakları açıyoruz, bakıyoruz. Böyle bir keşif konuşması yapmak dahi çok eğlenceli oluyor. Dediğim gibi bence tamamen farklı bir gezegene gitmek ve orada güzelliklerle dolu bir yerde misafir olmak.

“Okyanusun ortasındayız ve güneşin doğuşuna şahit oluyoruz…”

Uzun mesafe yüzücülerini biz canlı yayınlarda takip ederken hep “Ne zaman bitecek, ne kadar kaldı?” gibi meselelere odaklanıyoruz. Oysa yüzen kişi, verdiği molalarda, son derece sakin bir şekilde etrafa gülücükler saçıyor. Acaba sizde “Keşke biraz daha uzun sürse” gibi bir düşünce mi oluyor?

M.Ö.:
Bu işi yapanlar olarak kendi içimizde mottomuz, “Bir beslenmeden diğerine” ekseninde şekilleniyor. Çünkü akıntı gelir bizi karşıya götürür yüzüşümüz planladığımızdan da hızlı biter. Ama bazen de akıntı gelir karşıya gitmeye izin vermez ve o yüzüş saatlerimizi alır. Biz bunu çok acı yollardan öğrendik. 8 saat diye çıkıp 12 saatte gittiğimiz yerler oldu. Dolayısıyla burada mental sağlık devreye giriyor. Biz birbirimize ne kadar kaldığını söylemeyiz. “Ne kadar kaldı?” sorusunun cevabı bellidir: “Sen yüzmeye devam et”. Elbette bu yüzücü için hiç kolay değil. Bu nedenle mental sağlığı korumak için o beslenmeler bizim için çok değerli. Her şey bir sonrakine kadar.

Y.A.: Ben açıkçası süre konusunu hiç düşünmedim. Sonuçta bir şekilde gün doğuruyor ve gün batırıyoruz. Zaman algımızı o yönetiyor. Biz işin keyfini çıkarma tarafında oluyoruz. Manş’ta örneğin, gün doğumunda güneş benim açımdan teknenin öbür tarafında kalıyordu. Böyle ışıkları hafif hafif görüyordum ama hiçbir zaman tam anlamıyla manzarayı göremedim. Sonra çekilen videolardan gördüm. O mesela benim çok içimde kalmıştır. Ama baktığımızda Catalina’da muhteşem bir gün doğumuna şahit olduk. Hawaii’de inanılmaz bir gün batışı yaşadık ve o karanlıkta bile bir şölen olabileceğini gördük. Aslında benim ilk uzun yüzüşüm, Maltepe’den Adalar’a yüzüp adaların etrafından dönüp geri gelmek şeklinde oldu. Gece 03:00 gibi başlamıştık. Babam da eski sporcu ve yüzücüdür. O hep, “Biz adalara yüzerdik” derdi ama ben o zamanki küçük aklımla “Hadi canım” derdim. Orada yüzerken bir anda babamla olan bu diyaloğumuz aklıma geldi. Tekne de abim ile Murat vardı. Abime dedim ki, “Babam hep ‘Adalar’a yüzerdim’ derdi hatırlıyor musun?”. Onu şu an ben yapıyordum. Murat da o an şöyle bir soru sordu: “Peki o da geri yüzer miymiş?”.

M.Ö: Çünkü Yasemin gidip geliyormuş.

Y.A: O da muhteşem bir deneyimdi. Hepsi için farklı bir gösteri diyebilirim.

Kategorideki benzer içeriklere göz atın

Yapraklar neden dökülür, dökülünce ne olur?
Beyşehir Gölü “vefat etti”: Türkiye’nin en büyük tatlı su gölü kuruyor
Gülin Çavuş: Yapay zekâya, insanlık tarihini değiştirecek bir teknoloji olduğunu bilerek yaklaşmalı

M.Ö: Anı biriktiriyoruz aslında. Catalina’da Seven Ocean parkurları çok zorludur. Bizim için de bir sürü terslik oldu. En son Yasemin ile dedik ki, “Biz ikimiz eş zamanlı olarak atlayalım şuraya ve karşıya yüzelim.” Elbette bu çok zor. Çünkü iki yüzücünün saatlerce hem mental hem de fiziksel sağlığını koruyup yan yana senkronize gitmesi gerekiyor. 22:00-23:00 gibi yüzmeye başladık. O saatte başladık çünkü orası da bir köpek balığı alanı ve geceleri yoklar. Sabah oldu ve bir yerde ben Yasemin’i durdurdum. Çünkü Yasemin kanonun yanında kalmıştı. “Ne oluyor?” dedi, “Güneş doğuyor” dedim. Kanocu, ben ve Yasemin durduk, güneşin doğuşunu seyretmeye başladık. Tekneden bağırıyorlar, “Neden durdunuz?” diye. Durduk çünkü okyanusun ortasındayız ve güneşin doğuşuna şahit oluyoruz. Kaliforniya’nın açıklarında bir yerdeyiz ve güneş doğuyor. Bunu hayatımızda bir daha ne zaman göreceğiz ki?

“Ben karanlığı sizin gördüğünüz gibi görmüyorum”

Tam da bu noktada araya giriyor ve şunu sormak istiyorum: Biz böyle denize ya da okyanuslara bakıp manzaranın karşısında büyüleniriz. Peki suyun içinden dünyanın geri kalanı nasıl görünüyor, manzara nasıl oluyor?

M.Ö:
Her parkurun kendine has güzel ve kötü tarafları var. Ama güzel tarafından baktığımız zaman, Yasemin’in bir isteği vardı, “Daha da mavi denizlerde yüzelim, daha da berrak yerlerde yüzelim.” şeklinde. Onu Türkiye’de zaten doya doya yaşıyoruz. İngiltere’de Manş’ı geçmeye gittiğiniz zaman bildiğiniz çamurda yüzüyorsunuz. Bana gelip Manş tecrübelerimi soranlara, “Çamurda yüzmeye hazır mısın?” diyorum. Çünkü gerçekten elinizi görmediğiniz bir ortam var. Hawaii’de çok fırtınalı bir havada yüzdük. Kafanızı sudan kaldırınca çok büyük dalgalar, tekne gidip geliyor; tam bir kaos ortamı. Fakat kafanızı suya bir sokuyorsunuz, müthiş bir dinginlik ve berraklık. Ama böyle metrelerce gördüğünüz bir berraklık; insanı hem büyüleyen hem de korkutan cinsten. Işığın kırılımıyla oluşan o aydınlık çok etkileyiciydi. Zaten orada rahatlayıp yüzmeye başlıyorsun ve saatler de akıp gidiyor.

Y.A: Konuşmalarımızda fark ediyoruz ki denizden korkan insan sayısı oldukça fazla. Bize en çok gelen soru, “Okyanuslarda nasıl korkmadan yüzebiliyorsunuz?” oluyor. Buna verebilecek bir cevabımız yok çünkü bizim böyle bir korkumuz hiç olmadı açıkçası. Zaten o korkuyu ekarte ettiğinizde muhteşem bir deneyim yaşamış oluyorsunuz. Okyanusun içindeki o tek başınalık, o küçücük bir parça olma hâli muazzam bir duygu.

M.Ö: Bana daha önceleri, bu karanlık ve korku durumu ile ilgili sorulan bir soruya şöyle bir cevap vermiştim: “Ben karanlığı sizin gördüğünüz gibi görmüyorum.” Bence bizi bu işi yapabilme yetisine sahip kılan sığınak bu.

Y.A: Şöyle enteresan da bir durum var: Ben normalde karanlıktan korkan bir insanım. Evde yalnız başımayken elektrikler gitse eyvah yani. Ama diğer yandan gece saatlerce yüzüyorum, hatta gece dalışı da yapıyorum. Sudayken karanlık beni hiç rahatsız etmiyor.

“Etrafımız, denizi seven ve ona güvenen insanlarla sarılı”

M.Ö: Elbette burada önemli bir ayrıntının altını çizmemiz gerekir. Biz bu işi çok uzun yıllardan beri yapan ve emek veren insanlarız. Bugün başımıza olumsuz bir durum geldi diye yarın işi yapmamazlık olmuyor. Aksine yarını daha bir dört gözle bekliyoruz.  Bununla birlikte iyi bir takım, bu işin olmazsa olmazı. Mesela Yasemin’in Adalar yüzüşünde bir tekne kiralandı ve biz teknenin içinde onun yanındaydık. Evet yüzücü suda tek başına ama arkasında dağ gibi bir ekip var. Benim kaza geçirdiğim esnada ortaya çıkan bir fotoğraf var. Beni yere yatırmışlar ve üç tane el yarayı kapatıyor. Yani ekip her zaman buna hazır ve her zaman birbiri için mücadele ediyor. Kazadan sonra ben ekip arkadaşım Emrah’a, “O anın görüntüsü var mı?” diye sordum. “Denize atlamayı düşünüyordum.” diye cevap verdi. Baktığında suda köpek balığı var, nereye atlıyorsun? Ama yok. Orada Emrah’ın tek düşüncesi beni sudan çıkarmak. Dolayısıyla iyi bir ekip çok önemli.

Y.A: Bizim etrafımız; denizi seven, denize güvenen, ekosistemin kendi dinamiğine saygı duyan insanlarla örülü. Kimse de demiyor ki, “Yok artık onu da yapmayacaksın herhâlde.” Ne ailelerimizde ne de etrafımızda böyle insanlar yok. Her şey belirli hesaplamalarla akla ve mantığa uygun bir şekilde planlanıp öyle hareket ediliyor.

“Evet, karşına çıkabilir ama 21 kilometre yüzmeyi başarırsan”

Y.A: Peşinen söyleyeyim, “Artık akıllandınız herhâlde” ya da “Bir daha da yapmazsınız herhâlde.” gibi yorumların bizde bir karşılığı yok.

M.Ö: Beni tanıyan birisi bu tarz bir yorum yapıyorsa eğer ben onunla görüşmeyi bırakırım.  

Y.A: Ben köpek balıklarıyla dalış da yaptım; özellikle oraya gittim hatta. Bazı yerlere, bilmem ne türü köpek balığını görmeye 15 saat uçup gittim vs. Bu elbette görmeye gidilecek bir köpek balığı türü değil ama varlığını da biliyorduk, tehlikeyi de biliyorduk. Önlemlerimizi de almıştık. Yaşandığı zaman da gerekeni yaptık. Dolayısıyla korku salmak yerine hikâyeyi doğru bir şekilde, olması gereken hâliyle anlatmamız ve anlamamız gerekiyor.

M.Ö.: İnsanlar böyle “Ayağımı sokmam, köpek balıkları varmış denizlerde.” diyor. Arkadaşım, o köpek balığı Hawaii’nin 21 kilometre açığında. 21 kilometre yüzmeyi başarırsan karşına çıkabilir. Bir de gece. Sen 21 kilometre yüzmeyi başaracaksın, bunu gece yapmayı başaracaksın, o hayvan da orada denk gelecek sana. İşin özü, sen istediğin yerde ayağını suya sokabilirsin, merak etme karşına çıkmayacak.

“Altı aydır müsilaj geliyor diye bağırıyoruz”

Bu konuyu kapatıp sürdürebilirlik gelecek eksenli sorularıma geçmek isterim. Gezegenin oksijen ihtiyacının %50 ila %70’ini okyanuslar ve denizler sağlıyor. Peki biz insanlar olarak bunun ne kadar farkındayız, okyanusların ve denizlerin temizliği noktasında yeteri kadar titizleniyor muyuz? Yaşanan onca soruna rağmen hâlâ bir umut var mı?

Y.A: Umutlu olmak zorundayız çünkü aksi takdirde düzelmesi adına hiçbir girişimden sonuç alamayız. Bizim bu konuda Deniz Yaşamını Koruma Derneği ile beraber yaptığımız projeler oldu. Bu anlamda onları da elimizden geldiğince destekliyoruz. Konunun ciddiyetinin farkındayız ve bu farkındalığı yaymak adına elimizi taşın altına sokmaktan da asla geri durmuyoruz. Şöyle bir durum var: İnsanlar arabaları ile giderken dahi camdan çöplerini atabiliyor. Düşünün bu insanlar için deniz çok daha uzak bir konsept; denize karşı hassasiyetleri daha da az. Ama bizler umudumuzu asla kaybetmiyoruz ve elimizden gelen desteği de yardım kuruluşlarına, derneklere yapmaya çalışıyoruz.

M.Ö: Bu yolculukta, kendime adıma edindiğim misyon, denizleri anlatmak. Ben daha önce yurt dışında yaşıyordum, 2010’dan beri Türkiye’deyim. Burada antrenmanlarımı Bebek’te yapıyorum. Bu antrenmanları yapmaya başladığımda orada sadece ben ve bira içenler oluyorduk. Ben onlara havlularımı emanet ediyor, daha sonra yüzmeye başlıyordum. Şimdi sosyal fenomenleri türedi ve “Hadi denize giriyoruz, kışın denize giriyoruz.” diye videolar çekiyorlar. Biz arkadaşlarımızla birlikte yıllarca Bebek’te temizlik yaptık mesela. Şimdi insanlar otomatik olarak yapıyor bunu. O zamanlar bizim belki de üç kişi yaptığımız işi şimdi yüzlerce kişi yapıyor. Dolayısıyla bir farkındalık oluştu. Şunu net bir şekilde anladık: Biz bu işi düzenli ve aksatmadan yaparsak başka insanlar da bizi takip ediyor ve edecek. Çünkü maalesef ülkemizin politikaları bu işin yüzüne bakmıyor.

Bu sene yine müsilaj başladı değil mi? Biz denizde olan insanlarız ve altı aydır, “Bakın dipte görüyoruz, müsilaj başlıyor” diye kendimizi yırttık. Ama sesimiz belirli oranda çıktığı için kimsenin umurunda olmadık. Ama bugün ne oldu? Yine Marmara Denizi’nde korkunç bir müsilaj var. Bu yaz kimse denize giremeyecek. Maalesef kimse denize bakmıyor.

Bu balıkçılıkta da böyle. Geçenlerde Yozgat taraflarında bir kamyonet devrildi ve içinden köpek balıkları düştü. Şimdi bu köpek balıkları, çok büyük bir ihtimal, Hatay tarafında illegal yollarla yakalanıp kaçak yollarla yurt dışına satılıyor. Peki kim bunun peşinde? Biz bunu anlattık, anlatıyoruz. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Balıkçılarla ilgili bir başka konu derine ağ atmaları. Balıkların yavrusunu kurutuyorlar. Sonra ne mi oluyor? Bir sene olan lüfer diğer sene yok. Bunları yapmamamız gerekir. Çok uzaklara gitmemize gerek yok. Komşumuz Yunanistan’daki balıkçılık sistemini takip etsek balık içinde yüzeceğiz. Böylece ülke ekonomisine katkısı sağlanır. Ama bizde şu an dipteki balığı avlamaya izin veriliyor. Onlar 10 metreye kadar ağ atabiliyorken biz 40 metreye kadar atıp balığı bitiriyoruz. Hiçbir şekilde bir gün sonrasını düşünmeyen bir politikamız var. Dolayısıyla büyük ölçekte düşünülmediği için, biz bu işi sevenler olarak de küçük ölçekte mücadele verebiliyoruz. Etrafa duyurmak için bas bas bağırmak dışında hiçbir şansımız kalmıyor.

“Deniz korkusunu yok etmemiz gerek”

Y.A: Ben şahsi misyonumu, deniz korkusunu bir şekilde bertaraf etmeye destek olmak üzere kurguluyorum. Çünkü insanlar denizden o kadar çok korkuyorlar ki bu korku nedeniyle o ekosisteme kendilerini yabancı hissediyorlar, o ekosistemi tehlikeli olarak görüyorlar. Bu da denizi koruma eğilimlerinin olmamasına ya da gelişmemesine neden oluyor. Zira insan en başta sevdiği şeyi korumak ister; iyi olsun, devamlılığı olsun ister. O yüzden ben özellikle çocuklara ve gençlere, deniz korkusu ile mücadelelerinde destek olmak isterim. Kendileri denizden korkan anne ve babalar, çocuklarını uzak tutmaya çalışıyor. Çocuklar havuza girsin isteniyor. Bu kadar güzel denizlerimiz varken havuza girmek nedir?

“İlk iş, sanayi atıklarının denize dökülmesini engellerim”

Ülkemizin, “Üç tarafı denizlerle kaplı” gerçeği öyle çok telaffuz edildi ki artık bir klişeye dönüştü. Peki şu an tüm yetki sizin elinizde olsa bu gerçeği somut faydaya çevirme adına neler yaparsınız?

M.Ö:
Türkiye bir sanayi ülkesi ve bizde sevilen, bir yemeğe gittiğinde denizi seyretmek. Fakat hiç kimsenin hayalinde deniz üstünden şehri seyretmek yok. Dolayısıyla denize karşı hoyratlık var. Tüm yetki bende olsa ilk önce, sanayi tesislerinin denize atık atmasının önüne geçerim. Bu seneki müsilajın bir numaralı sebebi bu çünkü. Bütün denetimler yapılacak ve hiçbir sanayi atığı denizle buluşmayacak. Arıtmalarımız, denizler için uygun normlara göre ayarlanacak ve böylece ekosisteme zarar verilmeyecek. Bu işin sanayi kısmıydı.

İkinci başlığım da balıklarımız olur. Ben çocukluğumdan hatırlıyorum, müthiş bir ekosistem vardı, şimdi yok. Evet, geri kazandığımız yerler var, Haliç gibi mesela. Çok büyük projeler, çok büyük paralar harcanan yerler oldu. Ama balıkçılığın mutlaka belirli normlara oturtulması gerek. Ekosistemin geri kazanılması elzem. Biz Bebek’te yüzerken bazı dönemlerde yengeçler, vatozlar görüyoruz ama balık yok. Düzgün projelerle inanın hepsi geri gelir.

Sözü açılmışken; Deniz Yaşamını Koruma Derneği’nin Başkanı Volkan Narcı ve onun ekibi çok güzel işler yapıyor. Mercanlara önem veriyorlar ve mercanların ekosisteminin nasıl geri getirileceğini anlatıyorlar. Onun için, adaların en sonuncusu olan Tavşan Adası’nda bir mercan transplantasyonu yaptılar. Bunu da Cumhurbaşkanlığı’ndan aldıkları fonlarla yaptılar. Her yerde bunu duyurmaya çalışıyorlar. Çünkü bu hakikaten dünyada örneği olmayan bir proje. Biz de onlara “Her attığımız kulaçla sizin yanınızdayız.” mesajını veriyoruz. Hatta bu Hawaii geçişinde çantamızda bir Türk bayrağı bir de onların bayrağı vardı. Karşıya varsak onu açacaktık, kısmet olmadı.

“Sörf bizde çok başarılı olabilecek bir spor ama…”

Y.A: İnsanı denizle haşır neşir bir hâle getirmek de bence aynı derecede önemli. Mesela sörf bizde çok başarılı olabilecek bir spor. Ama baktığınızda devlet nezdinde hiçbir destek yok. Sörf okullarının sayısı daha da fazla olabilir. Örneğin, Güney Afrika’da vakit geçirdiğim sürede şunu fark etmiştim: Sabah 6 ila 8 arası sahil kenarı boydan boya o kadar canlı ve dolu oluyordu ki…İnsanlar geliyor, su ne kadar soğuk olursa olsun, biraz sörf yapıyor, biraz yüzüyordu. Sonra kahvelerini içiyor ve hiç çöp bırakmadan toparlanıp işlerine gidiyorlardı. Yani bu rutini bir şekilde hayata karıştırmak da kültüre sokmak da çok önemli. Biz de her sabah Bebek’e gidiyoruz, güzel ama çok daha fazlası olabilir. Çok daha büyük komüniteler olabilir. Ve gerçekten deniz etrafında dönen bir kültürümüz olabilir.

Su sporları denilince aklımıza; sizler, Aysu Türkoğlu, Şahika Ercümen ve Kerem Tunçelli geliyor. Bireysel anlamda şüphesiz çok önemli işlere imza attınız, atıyorsunuz. Fakat ülke genelinde baktığımızda bu keskin bir başarısızlık değil mi?

M.Ö: Biz her ne yapıyorsak kendi imkanlarımızla yapan insanlarız. Biz iş hayatının içinde olan insanlarız; Yasemin bir yönetici, ben de bir mimarım. Her şeyi kendi olanaklarımızla çözüyoruz, herhangi bir yardım alma durumumuz yok. Düşünün, kaza geçirdiğimde aradığımız ilgili devlet kurumları da bize yardım etmedi. Biz yine kendi imkanlarımıza döndük. Başarınca alkış alıyoruz, “Haydi arkadaşlar” deyince kimse yok. Her şey çok yüzeysel. Gençlere örnek olup onların önünü açınca bu iş oluyor. Bu anlamda Yasemin’e hakkını vermek isterim çünkü çocuklar ve gençler konusunda hem çok hassas hem de kapsamlı bir mücadele veriyor.

Y.A: Bir yandan yoga eğitmenliği de yaptığım için çok fazla farklı şekillerde insanla haşır neşir olma şansım oluyor. Hayat akışında üniversite mezunu olmuş, kendi hayatını bir yere getirmiş ve en temel ihtiyaçlarını karşılayan insanlar bir noktadan sonra, “Tamam, ben şimdi yüzme öğreneceğim” diyor mesela. Yüzme öğrenimi, hayatın akışındaki sıralamada çok daha sonra geliyor. Onu öne çekmek lazım. Yüzme öğrenmek bir yandan da can güvenliği için de önemli bir yeti sonuçta. Bu, eğitim sistemine ve kültüre bir şekilde dahil olması gereken bir durum. Bir yandan şu da var elbette: İnsanlar istemediği sürece kültüre dahil olması imkânsız. O yüzden önce su korkusunun yenilmesi, sonra su ile ilişkinin bir yerden başlaması ve en nihayet coğrafi konumun da yardımıyla bu ilişkinin büyümesi gerekiyor.

“Dünyadaki 400 kişiden ikisi biziz”

M.Ö: Biz Yasemin ile dünyada şu ana kadar 400 kişinin sahip olabildiği açık su yüzme ünvanlarına sahip olduk. İşin çapına ve tarihine bakacak olursanız o çok küçük pastanın bir parçası olmayı başarmış insanlarız.  Bugüne kadar bunları yaptık. Ama yüzünüze ilk defa bu kaza olunca bakan bir güruh var; bize kazayı anlat, Jaws’ı anlat diye ısrar ediyorlar bir de. Biz bunu asla istemiyoruz. Bunu anlatmanız lazım, popülerliğiniz artar diye öneriler de aldık. Ama yapmayı reddettik elbette. Biz zaten insanları teşvik etmeye çalışıyoruz, bunu anlatıp onları sudan iyice uzaklaştırmamız mantıklı olur mu? Evet, sesimizi duyurmaya çok ihtiyacımız var ama bu yolla değil.

“Tüm hedeflerimiz denizden keyif almak üzerine”

Bundan sonrası için yakın ve orta vadedeki hedeflerinizi sorsam neler söylersiniz?

M.Ö:
“2025’te, 2026’da, 2027’de ne yapıyoruz?” sorularına cevap veren takvimler oluşturduktan sonra uluslararası parkurlar için kapora gönderip planlamalarımızı yapıyoruz. Düşünün, bu kaza yaşandıktan sonra ben “2026’dakine gider miyim?” diye sormadım bile. Fiziksel olarak nasıl yetişeceğim endişesi vardı sadece. Çünkü tekrar en baştaki konuya geliyoruz; biz ayağını denize sokunca rahatlayan insanlarız. Şu an enfeksiyon riski yüzünden yüzmem yasak. Dolayısıyla şu anki ilk hedefim, ayağımı suya sokmak. O günün gelmesini heyecanla bekliyoruz. Sonra ufak ufak tekrar sahalara döneriz. Hem manevi hem de maddi anlamda büyük bir yara aldık. Bunun altından kalkmak kolay değil. İlk önce onu toparlamak gerekiyor. Ama hızlı bir şekilde dönüp ağustos sonunda yapılacak İstanbul Boğazı yarışına yetişirim diye düşünüyorum.

Y.A.: Bu kazanın maddi boyutu da çok büyük elbette. Sonuçta ben kurumsal hayatın içindeyim. Bütün iznimi almış ve bu senenin hedefini bu geçiş olarak belirlemiştim. Bu yüzüş, kendime koca bir yılın hediyesiydi. Tamam, istediğimiz gibi geçmedi ama bir yandan da çok güzel kazanımları vardı. Önümüzdeki senelerde Murat’ın bahsettiği gibi hedeflerimiz var. Murat’ın daha vakti var ama ben yüzmeye başlıyorum. Mümkün olduğunca çabuk bu döngüye tekrar girmek ve kendimi iyi hissetmek istiyorum. Çünkü yüzmediğim zaman daha mutsuz bir insan oluyorum. Daha sinirli bir insan oluyorum. Kendimi iyi hissetmiyorum. O yüzden hedefler tamamen eğlenmek, kendini iyi hissetmek üzerine. Maddi bir ilişkimiz de olmadığı için denizden keyif almak üzere kurulu hedeflerimiz var.

“Firmalar bize takipçi sayımızı soruyor”

Sponsorluk konusunda ilerleme kaydedilemedi mi?

M.Ö:
Maalesef o işler hiç beklediğimiz gibi gitmedi. Bir destek bulamadık. Kaza geçince de bulamadık, fark eden bir şey olmadı yani. Bizimle beraber bu yolda yürüyecek hikayemizi anlatmamıza yardımcı olacak insanları hâlâ arıyoruz.

Y.A: Manş’ı geçtikten sonra bizimle iletişime geçen, “Gelin burada konuşun” vs diyen insan sayısı çok fazlaydı. Başarıdan sonra daha yakın markaj altında oluyoruz fakat çok az kişinin başarmış olduğu yeni bir hedefe doğru yola çıkarken aynı durum geçerli olmuyor maalesef.

M.Ö: Bu işin tek yolu, influencer olmak ve farklı bir şey pazarlamak üzerine kuruldu artık. Süper bir sporcu günlük hayatını, içtiği kahveyi, bilmem neyi bize neden anlatsın? İkisi farklı konular. Ama şu anda hepsi iç içe girmiş durumda. Firmalar bize takipçi sayımızı soruyor. Hani sen gidip gece gündüz 15 saat okyanusta yüzmüşsün, karşı kıyıya çıkmışsın, dünyada bunu yapan 140. insan olmuşsun… Bunların hiçbir önemi yok onların gözünde. Umarız en kısa zamanda bu konuda bize destek olacak, inandığımız yolda beraber yürüyebileceğimiz firmalarla iletişime geçebiliriz.




ETİKET:Murat ÖzokyanusRöportajYasemin Altıntaş
Önceki Yazı Sosyal Etki Zirvesi’nde “Eşitliğimiz Önceliğimizdir” mesajı
Sonraki Yazı “İyi, adil, güvenilir ve zehirsiz bir yaşamın peşindeyiz”

En Güncel İçerikler

Nvidia: Piyasa değeri 5 trilyon doları aşan dünyanın ilk firması 

İnsan ömrü 150 yıl olabilir mi?

Çevre aktivisti, bilim insanı, şempanzelerin annesi Jane Goodall hayatını kaybetti

“Kadınlar, iklim konusunda daha fazla kaygılanıyor”

- Reklam -
Ad imageAd image

Bu içerikler de ilginizi çekebilir:

Yılda 1.5 trilyon dolarlık sağlık faturası: Plastik krizi büyüyor

Tıp dergisi Lancet’te yayımlanan yeni bir küresel değerlendirme, plastiklerin insan sağlığına verdiği zararın boyutlarını ve…

3 Dakika Okuma

Everest: Dünyanın en yüksek çöplüğü

8 bin 848 metreyle dünyanın en yüksek dağı konumunda olan Everest, dağcıların hayallerini süslemesiyle bilinir.…

2 Dakika Okuma

Alevlerin arasında Dünya Doğa Koruma Günü

53 sene önce, küresel bir çevre farkındalığı yaratmanın ve hareket geçmenin gerektiğini düşünen Birleşmiş Milletler…

1 Dakika Okuma

Bir ağaç ve bir kuş adaş olur, insana nefes olur

Ardıç tohumunun filizlenmesi için insana değil de başka bir canlıya ihtiyaç var: Ardıç kuşuna.

3 Dakika Okuma

Wimbledon’da kullanılan toplar farelere yuva oluyor 

Wimbledon Tenis Turnuvası’nda her yıl yaklaşık 55 bin top kullanılıyor. Peki turnuva sonrasında bu toplar…

2 Dakika Okuma

İstanbul’da son beş yılda 443 anız yangını oldu

Türkiye’de anız yakmak, yasalar dahilinde yasaklanmış bir faaliyet. İdari para cezası uygulanıyor. Para cezasından öte,…

3 Dakika Okuma
Mesele

İnsanın, hayvanın, doğanın, kültürün, bilimin, eşitliğin, çeşitliliğin, tarihin ve teknolojinin Dünya’nın demirbaşları olduğu fikrini en tepeye koyarak “Gezegene dair hikâyeler” anlatan ve güncel haberleri derleyen bir platform.

  • Ekonomi Politik
  • Ekosistem
  • Enerji
  • İklim
  • Teknoloji
  • Toplum
  • Araştırma
  • Haber
  • Röportaj
  • Hakkımızda
  • Künye
  • İletişim
  • KVKK